
Bilinmeyenden korkmak ilginç bir şey. Bu kadar az bilgi sahibi olduğumuz bir şeyden neden korkuyoruz? Korku muhakememizi bulandıracak ve duygularımızla hareket etmemizi sağlayacaktır.
Türkiye’nin doğusunda korkularımı yenmek için yarım yıllık zamanım vardı. Türkiye’de geçirdiğim bu yılda hedefim her zaman ülkenin her yerini keşfetmek olmuştur. Türkiye’nin batısındaki önemli yerleri ve şehirleri gördükten sonra doğuya da gitmek istedim. Kurduğum korku, insanlara nereye gitmek istediğimi söylediğimde ‘doğu’ terimini kullanmamla başlıyor. Bu hayal gücü için çok yer bırakır. İnsanlardan edindiğim bakış açısı beni büyüledi. Bana çok farklı resimler çizdiler. Herkesin kendi versiyonları vardır. Plan yapmadan önce Doğu’nun farklı olduğunu öğrendim. Özellikle İzmir’den. Tutucu, daha az gelişmiş. Bazıları tehlikeli durumlarla karşı karşıya kalacağımı öne sürdü. Türkiye çok küçük, İzmir’den başladığınızda kapsanacak oldukça mesafe var. İlginçtir ki, Doğu’da yetişen ya da orada fazla zaman geçiren arkadaşlarım bana bunu seveceğimi söylediler, harika insanlarla tanışacağımı, güzel şeyler göreceğimi. Bu yüzden yolculuğuma çok karışık beklentilerle başladım.

Gezinin ilk durağı Gaziantep oldu. Kurban Bayramı’nın ilk günüydü, bu yüzden sokaklar boştu, sadece kaldırımda koyunlarını feda edenler tarafından doldurulmuştu. Devam eden mülteci krizi nedeniyle birçok insan Suriye gibi güvensiz anavatanlarından Türkiye’ye kaçmak zorunda kaldı. Gaziantep’te çok fazla Arapça konuşulduğunu duydum. Şanlıurfa’da hacılar arasında yürüdüm, Balıklı Göl ve Hz. İbrahim’in doğduğu yeri gezdim. İslam inancında kutsal bir yer. Mardin ve Diyarbakır’da yeni bir dil daha duydum. Kürtçe. Özel polis, zırhlı kamyonlar ve askeri üslerle karşılaştım. Gece uçan jetleri duydum ve sokaklarda ve resmi binalarda gördüğüm Türk bayraklarının sayısına inanamadım. Yani, daha önce görmediğim yeni şeyler deneyimledim. Ve onlara alıştım. Sıcaklıktaki küçük farka, manzara değişikliğine ve farklı dillere alıştım. Şehirden şehre otostop çekmeye ve sürekli çevre değişimine alıştığım gibi. Benzersiz geçmişleri ve hikayeleri olan insanlarla tanışmalıydım. Muhteşem şehirleri görmeliydim. Bölgenin kendisi hakkında çok şey öğrendim. Modern insanın gelişimindeki öneminin farkında değildim. Göbeklitepe’ de ilk insan yerleşimini gördüm. Avcı ve toplayıcı göçebelerin kutsal bir yer yaratmak istedikleri ve bu nedenle uzun bir süre boyunca tek bir yerde kalmak için yerleştikleri yer.
Bilinmeyenle yüzleştim, onu kucakladım ve içinde neşe buldum. Uçağa İzmir’e bindiğimde ve Türkiye’ye ilk gerçek adımlarımı attığımda da aynı şey başıma geldi. Yeni insanlarla, yeni kültürle yeni dinle yeni bir çalışma ortamıyla yeni bir ülkede bir yıl yaşamaya karar verdim. Bu bilinmeyene adım atmanın tanımı ve oldukça da şaşırtıcı. Son on ayda çok büyüdüm. Ne kadar öğrendiğim ve olgunlaştığım delilik! Okuldan hemen sonra bir üniversiteye gitmeye karar vermiş olsaydım muhtemelen olmazdı. Sanırım bundan ders alıp bilinmeyeni aramaya devam edebilirim. Konfor bölgenizi terk etmek sizi çok açar. Bilinmeyeni kucaklamak için rahatsızlık aramak, bildiklerinizle ve rahat olduğunuz şeylerle kalmaktan daha fazla fayda sağlayacaktır. Diğer şeylerin yanı sıra, Türkiye’nin doğusuna yaptığım on günlük geziden öğrendiklerim işte bunlar.
