Buraya geleli 4 ay olduğuna inanamıyorum… İşte buradayım, bir pandeminin ortasında, İzmir’de.

En baştan başlayalım.

Bir yıl önce, bir arkadaşım bana ESC programından bahsetti. Daha önce hiç duymamıştım ama o bana anlatınca ilk fırsatta ESC internet sitesine bir bakmaya karar verdim. İlk olarak ilginç buldum. Yabancı bir ülkede 12 aya kadar vakit geçirme ve yeni insanlarla tanışıp yerel kültürü tanıma fırsatı. “Neden olmasın?” diye düşündüm ve hemen başvurumu yolladım. Türkiye’den e-posta geldiğinde ne kadar sevindiğimi anlatamam. Benim başvurumu kabul etmişlerdi. O sırada her şey mükemmel görünüyordu. Ta ki COVID-19’un sadece sıradan bir virüs veya sıcak çayla iyileşebilecek bir nezle olmadığını fark edene kadar.

Ne yapmalıydım ki? Endişelenmeye başladım. Kendime, aileme, arkadaşlarıma, hatta öğretmenlerime bile fikir sordum. Son kararı vermem biraz vaktimi aldı. Geliyorum! Hemen kuruluş çalışanına cevap yazdım. Birkaç ay sonra, beni direkt İzmir’e götürecek uçuşum için Berlin’e gittim. Her şey mükemmel görünüyordu… Ve sonra… Check-in noktasında beklerken Türk arkadaşlarımdan mesajlar gelmeye başladı. “Güvende misin? Lütfen açık alanlarda beklemeye çalış.” “Ne oldu ki?” diye sordum.

30 Eylül 2020, İzmirliler için asla unutulmayacak bir gün… Schönefeld Havalimanı’nda sırada beklerken, İzmir’de ciddi bir deprem oldu. Birçok insan hayatını kaybetti ve binalar yıkıldı. Berlin’de, bu tehlikeli şehre gitmek üzere bekliyordum. Yine de gitmeli miydim? Yoksa Polonya’daki güvenli şehrime geri mi dönmeliydim? Nefes al… iyi düşün… Doğru kararı ver… Kalbimdeki büyük korku ve daha da büyük umutlarım ve beklentilerimle uçakta yerimi aldım. Türkiye’de geçen 4 aydan sonra şimdi o anı düşünüp rahatlayabilirim. Her şey yolunda. Tabii, gönüllülük sürecimi pandeminin olmadığı bir zamanda geçirmek isterdim ama bu konuda yapacak bir şey yok.

Şu anda etkinliklerimiz dijital ortamda uygulanıyor. Tabi bu beni biraz üzüyor, insanlarla yüz yüze tanışmayı tercih ederdim. Ama biraz da iyimser olmaya çalışalım. Beni biraz üzüyor olsa da, yine de bazı avantajları var. Örneğin sadece İzmir’den değil diğer şehirlerden insanlarla da tanışma fırsatım oldu. Güzel arkadaşlıklar edindim. Pandemi geçtiğinde hepimiz buluşmayı planlıyoruz. Şu an tek yapabileceğim, yerel manzaraların tadını çıkarmak, lezzetli yemekler denemek (ne yazık ki sipariş ettiğim yemekler) ve deniz kıyısında yürüyüş yapmak. Sanırım hayatım boyunca hiç bu kadar yürümemiştim.

Nerdeyse Mart ayındayız, çiçekler açmaya başladı, hava daha da güzelleşiyor ve pandeminin bitmesi hakkındaki umudum artıyor. Polonya’dayken söylediğimiz bir şey vardı: Umut en son ölür. Umut etmeye devam edelim. Sonunda her şey, tıpkı eskisi gibi normale dönecek.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.