Nisan ayının üçüncü haftasında, diğer gönüllüler ve ben Paskalya nedeniyle birkaç gün tatil yaptık. Biraz düşündükten sonra tekrar, uzun bir yolculuğa çıkmaya karar verdik ve bunun için seçtiğimiz yer İstanbul oldu. Sonunda Türkiye’nin en büyük şehrini ziyaret edebildik. Daha önce hiçbirimiz İstanbul’a gitmemiştik ama elbette hepimiz İstanbul hakkında birçok şey duymuş ve okumuştuk. Genel olarak İstanbul bizi hayal kırıklığına uğratmadı diyebilirim ama anlatmaya en başından başlayayım. Önce kısa bir not: yaptığımız gezilerin çoğunu atlayıp, daha çok yaşadığımız ilginç olaylara odaklanmaya çalışacağım.
Kardeşim (Evet, kardeşim beni ziyarete geldi ve bizimle İstanbul’a geldi. ) ve ben diğerlerine göre iki gün sonra İstanbul’a vardık ve ilk zorluk, otobüs terminalinden diğerlerinin bizi beklediği Airbnb’ye nasıl gideceğimizdi. Otobüs şirketi bizi minibüslerinden biriyle şehir merkezine götürmeyi teklif etti ama şoförün bize söylediği yer tam olarak gitmemiz gereken yer değildi. Yine de, dairemizden ne kadar uzakta olacağını bilmeden onunla birlikte gittik, çünkü bu bizim en iyi seçeneğimiz gibi görünüyordu (ya da en azından ben öyle düşündüm). Tahmin ettiğim gibi trafikte sıkışıp kaldık ve sonrasında İstanbul kartı almak için yaşadığımız küçük mücadeleden sonra metroya bindik.
Sonrasında apartmana vardık, eşyalarımızı bıraktık ve hemen ardından kaldığımız semtin yakınlarında olan Kadıköy’ü keşfetmek ve orada bir akşam yemeği yemek için tekrar yola çıktık. İlginç şeylerden ilki burada oldu. Oturduğumuz, ev yapımı yemekler yapan lokantanın önündeki sıranın iftar saatine yaklaşırken nasıl dolup taştığını görmek büyüleyiciydi. İnsanlar sıcak yemekle dolu tabaklarının önünde kıpırdamadan oturmuş, kendileri de akşam yemeğine başlayabilmek için müezzinin namaza durmasını bekliyorlardı. Bu, dine ve geleneklere gerçek bir bağlılık deneyimiydi.
İkinci günümüze İstanbul’un birçok ünlü ve tanınmış merkezini, simge yapılarını gezerek başladık. Ne kadar dolu bir gün geçirdiğimizi kendi gözlerinizle görmeniz için size gezdiğimiz yerlerin isimlerini yazayım: Topkapı Sarayı, Ayasofya, Sultanahmet Cami, Hipodrom, Kapalı Çarşı, Mısır Çarşısı ve Süleymaniye Cami. Günün son durağında üç kişiyle karşılaştık. İlki bir İtalyan gezgindi, ikincisi de yakınlardaki bir dernekte gönüllü olarak çalışan bir gönüllüydü ve bu gönüllü İtalyan gezgine camiyi her yönüyle anlatıyordu. Biz de onu dinlemeye başladık ve sohbete dahil olduk. İslam’ın yedi inancını anlattıktan sonra ikinci bir gönüllü daha bize katıldı ve hepimiz olan Hristiyanlık ile İslam arasındaki farkları, Tanrı’nın varlığı ve genel olarak yaratılış hakkında bir tartışmaya dahil olduk. Sonunda tartışma o kadar hararetlendi ki, bir noktada onu durdurmak ve aynı fikirde olmadığımızı kabul etmek zorunda kaldık. Aslında sorun konunun kendisi (kesinlikle tartışmalı olsa bile) değil, gönüllünün bizimle konuşurken ki tavrı ve küstahlığıydı. Bu da bizim için bir başka, ilginç deneyim oldu.
Ertesi gün için ikinci bir gezi planı yapmıştık. Galata Kalesi, Dolmabahçe Sarayı, Taksim Meydanı, İstiklal Caddesi gibi bazı klasikleri görme şansı bulduk. Popüler alışveriş caddesinde yürürken küçük bir dövme stüdyosunun yanından geçtik ve dövme yaptırma konusunu tekrar düşündük. Bunu daha önce de konuşmuştuk ve artık aramızda küçük bir şakaya dönüşmüştü. Zaten bir dövme yaptırmayı istediğimden oldukça emindim. Yani, aslında dövme yaptırmamaya olan direncim giderek azalıyordu ve o anda orada dövme yaptırmayı düşünerek dükkânın önünde duruyordum. Sadece, az da olsa var olan direnişim ve eski bir arkadaşımla olan buluşmamıza az zaman kalması nedeniyle, dövme yaptırmadım. Ama bu, yakın zamanda Karşıyaka’lı gönüllüler olarak grup dövmesi yaptırma planını yapmamıza sebep oldu. Daha sonra (az önce de dediğim gibi) Türkiye’ye ilk geldiğimizde İzmir’de yaşayan ve daha sonra okumak için İstanbul’a taşınan eski bir arkadaşımızla buluştuk. Günümüz onunla tekrar görüştükten ve birlikte çok güzel bir akşam yemeği yedikten sonra sona erdi.
Bu blog yazısını burada bitirmeden önce, Airbnb’deki harika ev sahibimizden bahsetmek istiyorum. Bilmediğimiz bir şehirde yabancı birinin evinde kalıyormuş gibi değil, daha çok iyi bir arkadaşımızı ziyaret ediyormuşuz gibi hissettik. İstanbul’daki çalışmalarından bu güzel ve büyüleyici ama aynı zamanda kalabalık ve büyük şehirde yaşamanın nasıl olduğunu anlamış olduk.
Biliyorum, size İstanbul’da geçirdiğimiz beş günün sadece üçünü kısaca anlatmış oldum ama eğer geri kalanını merak ettiyseniz diğer bloglara göz atabilirsiniz.