İzmir. Bir noktada sadece farklı bir şehirdi. Muhtemelen asla ziyaret etmeyeceğim bir şehir. Bana neler sunabileceğini ve benden neler saklayabileceğini asla öğrenemediğim. Görmeyi ya da yaşamayı asla hayal etmeyeceğim bir şehir, tıpkı diğerleri gibi. Ama aksine İzmir, şu an bana ikinci evim gibi hissettirmeye başladı.

 Belki şu an olduğu gibi (daha önce de taşındıysanız), bir şehre ya da hayatınızın (kısa olmayan) bir dönemini geçireceğinizi bildiğiniz yeni bir yere varmak ve orada gerçekten rahat hissetmek biraz zaman alabilir. Ve sanırım İzmir’in benim için heyecan verici bir projeden bir yuvaya dönüşmesi (ilk defa ailemden bu kadar uzakta) durumu (ki hala öyle) birkaç ay veya birkaç hafta önce başladı. Bence ilk zamanlar bir şeylerin yeni olması heyecan vericiydi. O zamanlar, Türkiye’nin geleneklerini pek bilmiyordum (hele dilden bahsetmiyorum bile). Bu yüzden ilk zamanlar biraz soğuk suya atılmış gibi hissettim. Ama sonrasında kültürel farklılıkların aksine İzmir ve Berlin’in (benim memleketim) ortak noktaları ortaya çıktı. İzmir bana gerçekten çok açık bir şehir gibi hissettirdi. Birçok yeni insanla tanıştım. Tabii ki çoğu Türk’tü. Her zaman bana (ve diğerlerine) yardım eden ve kendimizi rahat hissetmemizi sağlayan ofis üyelerimiz vardı. Gerçekten tatlı, kibar ve ellerinden geldiğince bizi destekleyen mentörlerimiz vardı. Ve kendileri için hazırladığımız etkinliklerimize katılan, beraber zaman geçirmekten keyif aldığımız hem çok açık hem de çok arkadaş canlısı katılımcılarımız vardı. Ayrıca çok kibar olan Türk insanları, Türkiye’yi benim için ikinci ev haline getirdiler. Mesela Bizim Cafe’nin her sabah bize selam veren personelleri veya geç kalkıp evde bir şeyler yiyemediysek kahvaltımızı aldığımız ofisin yolu üstündeki Fırın. Meyve ve sebzelerimizi aldığımız, sıcak kalpli, kibar ve karpuzları en uygun fiyata satan (oradan az karpuz yemedik) manavcı abi. Ayrıca diğer gönüllüler Gautier (projesi yeni bitmişti), Toni, Chris, Mattes and Victoryia (benden kısa süre sonra gelmişti) beni çok güzel karşıladılar ve İzmir’e geldikten kısa bir süre sonra onlarla vakit geçirmek bana çok rahat hissettirdi. Tatil günlerimizde günübirlik seyahatlere çıktık.

İzmir’e yerleşmiş hissetmemdeki başka bir nokta da Türkçe öğrenmekti. Çok cool birkaç Erasmus öğrencisi (ama sonrasında bazı derslere sadece biri gelmeye devam etti) ve Viktoriya ile beraber A1 Türkçe dil kursunu aldım. Bu yüzden şu an resmi olarak Türkçe’de A1 olduğuma dair sertifikam var (bu tabii ki bir Türk’ün bana herhangi bir yerde söylediklerini anladığım anlamına gelmez). Bu yüzden her zaman bana söylenen cümleden bir ya da iki kelimeyi anlamaya çalışıp oradan da cümlenin bütün anlamına ulaşmaya çalışırım.

Ve uzun süre aklımdan çıkmayacağını bildiğim bir şey de tabi ki Türk mutfağı. Menemen ile Türk kahvaltısı, öğle aralarında lahmacun ve pide. Akşam yemeğinde döner ve kebap. Ve tabi arada da baklavayla bomba. Bunların hepsi çok farklı ve lezzetli tatlar, geri kalanların hepsini söyleyemiyorum bile (belki de her zaman isimleri unuttuğumdan). 

Bu yüzden bir yerden sonra İzmir’de çok rahat ve yerleşmiş hissediyorum diyebiliyorum. Beraber yaşadığım insanlar, her gün görüştüğüm diğer insanlar ve pek sık görüşmediğim diğerleri. Öğrendiğim (anlama durumum tartışılır) dil. İzmir’de gezdiğim yerler (veya Türkiye’de gezdiğim yerler) ve yediğim yemekler (kesinlikle çok fazla yediğim). İzmir’de geçirdiğim zamandan çok keyif aldım ve buraya geldiğim, ara verdiğim bir yılımı burada geçirdiğim için hiç pişman değilim. Burada beni birçok yeni insan, birçok farklı yer ve birbirinden güzel maceralar bekliyordu. Ve umarım hala görülmeyi bekleyen yerler, tanışmayı bekleyen insanlar ve keşfedilecek şeyler vardır…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.