AGH-108 Danimarka’ daki Gönüllümüz Hilal, Kopenhag’ ta başlayan gönüllülük projesine dair deneyimlerini paylaşıyor…
Kopenhag’da EVS hayatıma başlarken içimden tekrarlayıp durduğum tek bir şey vardı. En zoru en başı olacak. Daha önce defalarca ev, şehir, iş değiştirmiş oradan oraya savrulmuştum. Çok da memnundum bu savrulmalarımdan. Ne zaman hayatta şikayet etmeye başladığımı hissedeyim hemen kafamla kalbimin kesişimindeki adını bilmediğim yere koşarım. Ne yapmam lazım diye sorarım oraya. Cevap uzun süredir orada duruyor olur. Yalnızca sormaya cesaret etmek gerekir. Yaklaşık on ay önce sordum yine o soruyu. Kendimi iyi, üretken, mutlu, tatmin olmuş hissetmiyorum dedim. Değişim cevabı geldi oradan hemen. Dedi ki, konfor alanı diye bir şey var hani senin de şikayet edip durduğun, yaşın kaç olursa olsun seni çaktırmadan ele geçiren, çevreleyen, huzur maskesine bürünüp elini kolunu bağlayan. İşte yine oranın sarmalına düştün, dedi.
Değişim çanları zihnimi ve kalbimi ele geçirir geçirmez nereye gidebileceğime baktım. Deneyimlerime uygun, kendimi geliştirebileceğim, üretebileceğim bir yer. Yıllar önce bir gençlik değişimi projesindeyken, uzun dönem EVS olan İspanyol kızı hatırladım. Oradan oraya seyahat ediyor, yeni insanlarla tanışıyor, yeni bir dil öğreniyor, her şeyden önemlisi gülümsüyordu. Avrupa Komisyonu’nun gençlik portalında korkak, çekingen turlara başladım. Önceleri öylesine bakıyor, hayallere dalıyordum. Bir gün İspanya’da çocuklarla oyun oynuyor, diğerinde Estonya’da spor projesi organize ediyordum. Bir süre sonra sadece projelere bakmak ve kendimi o işin içinde hayal etmek bile keyif vermeye başladı. Sonra gitmeye karar verdim. Güzel bir CV, projeye göre güncellediğim dürüst, sempatik ve gerçekten motivasyonla dolu Motivasyon mektubumu hazırladım.
Yaklaşık altı ay boyunca, bir yandan çalışıyorken diğer yandan projelere başvuru yaptım. Önceleri kimseden ses seda çıkmadı. Bir zaman geldi peş peşe Skype görüşmesi yaptım. Sonra şimdi çalıştığım kurumdan aldığım kabul geldi. Hemen ardından gönderici kuruluş bulmam gerektiğini öğrendim. Facebook gruplarına üye oldum. Hakkında en güzel yorum yapılan yere mail atacaktım. Pi Gençlik Derneği her aşamada hızıyla ve profesyonelliğiyle beni hiç hayal kırıklığına uğratmadı.
Gitme zamanı yaklaştıkça, her ne kadar isteğimden emin olsam da üzerime bir hüzün çöktü. Yanlış mı yapıyorum, dönünce ne olacak vb. sorular yerli yersiz canımı sıkmaya başladı. Kaygılarımdan yakın arkadaşlarıma bahsettim. Her şey çok güzel olacak, sen yaparsın dediler. Bir de şu kurtarıcı cümleyi kurdular sürekli: En kötü ne olabilir?
En kötü çok mutsuz olurum, dönerim. En kötü canım sıkılır, insanlarla anlaşamam, şehri beğenmem, birtakım ırkçılıklara maruz kalırım, umduğumu bulamam. Bunların da tek kelimelik harika bir cevabı var, Dönerim! EVS’ in en güzel tarafı gönüllülük bazlı bir proje olması. Kimse iş hayatında olduğu gibi mutsuzluktan ölsen de elinden gelenin en iyisini yapmanı, hep gülümsemeni, yaşadıklarını içine atmanı, karakterinden ödün vermeni istemiyor.
Buraya geldikten sonra, geçmiş yurt dışı tecrübelerime rağmen zorlanacağımı biliyordum. Ev, iş, şehir, dil… Kendim hariç her şey değişmiş. Önce su biraz soğuk geldi, parmak ucumu sokup kendimi geri çektim. Sonra baktım durduğu yerde ısınacağı yok, gözümü karartıp atladım.
Gönüllü olarak çalışacağım ofise gitmeden önce benim için her şeyi harika şekilde planlamışlardı. İlk iki hafta en üst yöneticiden uzman olarak çalışan insana dek hepsiyle bir saat süren tanışma toplantılarına katıldım. Bu toplantıların hiçbiri toplantı odasında olmadı tabii. Kanal kenarında bir kafede, şehirde gezinerek bir yıl boyunca birlikte çalışacağım insanları tanıyıp onlara kendimi anlattım. Verdikleri ilk tavsiye hiyerarşiyi ve bildik kuralları kafamdan atmam oldu. Ofis saatleri, kıyafet uygulamaları, alt üst ilişkisi artık yok. Ben hiyerarşi ülkesinden geliyorum dedim ben de, ama çabuk alışırım.
İlk hafta ofisteki işlerin yoğunluğu, yürütülen projelerin çokluğu sebebiyle kafam karıştı. Nasılsın diye sorduklarında Türkiye’de olsa iyiyim diyecekken, kafam karıştı dedim. Burada çalışanları tanıyarak geçirdiğim iki haftalık süreçte gözlemlediğim en önemli şey buydu. Bu benim ilgi alanıma girmiyor, ben bunda zorlanıyorum, ben bunu yapmayı tercih etmiyorum diyebilmek. Bunu duyan iş arkadaşımın suratıma ona küfür etmişim gibi bakmaması. Birlikte çözüm yolları ve alternatifler üretebilmek. Bunun da zorluğunu fark ettim bir yandan. Eleştiriye açık ve açık sözlülüğün desteklendiği bir ortamda olmaya alışık değilmişim. Açık sözlü olmak, açık sözlülüğü hakkınca göğüslemeyi de gerektiriyor. Bunu ne kadar içselleştirebileceğimi zaman gösterecek.
Bugün ikinci haftam bitti. En zoru en başı. Hala başında sayılırım. Bir süre sonra herkes bana tanıdık, sokaklar ve caddeler bildik, evime giden yollar da zihnime kolay gelecek. Bunu bilerek bakıyorum kanaldan geçen teknelere, yeşile, doğaya, vızır vızır bisikletlere. Hazır fırsatım varken hala şaşırıyorum. Ne güzel diyorum içimden. Burada olmak, unuttuğum doğaya, vazgeçtiğim bisikletime, caddelerde kurallara uyarak gezinmeye yeniden dönmek, bundan sonra ne olacak diye merak etmek ne güzel.
Geçen gün yine kafam karışık, biraz da modum düşük halde bir toplantıya girmiştim. Karşımdaki kadın mavi bir tişört giymişti. Üzerinde, ‘’A smooth sea never made a skilled sailor ‘’ yazıyordu. Kendi kendime gülümsedim. Zor olmayacağını kimse söylemedi. Zor olmayacağını kimsenin söylemediği gibi onca projenin arasından en zorunu kendi isteğimle seçtim.
Her şey eski hayatıma kıyasla mükemmel gitse de benim de elbet canımın sıkıldığı oluyor. O zamanlarda hiç zorlanmasaydım bunun bir garip olacağını hatırlatıyorum kendime. Sonuçta yola hem eğlenmek hem de ‘’yetenekli denizci’’ olmak için çıkmadım mı?
Anlatımınız, kendinizi ifade ediş biçiminiz çok güzel. Genç olmak ve sizin yerinizde olmayı çok isterdim. Hayatımda yapmak istediklerimin ve yaptıklarım yapamadıklarıma bakınca üzülüyorum tabi. Ancak bir oğlum var. Henüz lise bittiğinde üniversiteye kaydını yaptırıp dondurduk ve onu ikna edip altı ay Kanada da dil eğitimi aldı. Giterken çekinçelerimiz olmasına karşın sonrasında hiç pişman olmadık. Döndüğünde ilişkilerimiz, onun hayata bakışı her şey olumlu yönde değişmişti. Sonra üniversiteye başladı. Bu sefer hiç zaman kaybetmeden gene araştırma sürecinden sonra work&travel ile Amerika montanaya gitti. Üç ay orda çalışıp dönecek. İnanın bu teçrübede ona çok şey kattı. Karşımda şimdiden ne istediğini bilen bir adam duruyor. Henüz dönmedi. Umarım oğlumada sizin yaşadığınız gibi bir süreç nasip olur. Gençlerin önünü açmak ufuklarını görmeleri onları dünya vatandaşı, iyi bireyler yapıyor.
Teşekkürler.