Merhaba ben Polonya’dan Magda, Pi Gençlik Derneği’nde ekim 2020’den bu yana ESC gönüllüsü olarak görev alıyorum. Türkiye, Avrupa’nın hemen doğusundaki renkli ülke. Güneşin daima parladığı, palmiye ağaçlarının gölgesinde yılın geri kalanı için enerji depolayabileceğiniz, akşam sema gösterisini ve gizemli, koyu renkli gözleriyle dans eden güzel kızı izleyebileceğiniz yer. İkisi de o anda veya biri solunuzda, ikincisi sağınızda.
Türkiye, her yıl güney sahillerinde tatil yapmaya gelen milyonlarca turistin hayalinde bu şekilde canlanır. Kendi ülkelerine döndüklerinde, Türkiye’nin güzelliği ve büyüsü hakkında muhteşem hikayeler anlatırlar. Ama aynı zamanda, çoğunlukla Türklerin Arapça konuştuğunu sanırlar.
Yanlış anlamayın, tabi ki deniz kenarında vakit geçirip dinlenmekte bir sakınca yok. Ama Türkiye çok daha fazlasını vaat ediyor. Burada vakit geçirdikçe, her geçen gün beni şaşırtan Türk kültürünün çeşitliliğinden ve zenginliğinden daha da çok etkileniyorum.
Türkiye’ye ilk kez 2013’te geldim. İlk kez Avrupa dışında bir ülkeyi ziyaret ediyordum, aynı zamanda yurtdışında tek başıma geçirdiğim en uzun zamandı. Alanya’da her şey dahil otellerde günde 16 saat çalıştım. İş yorgunluğunu saymazsak, Türkiye beni büyülemişti. Hep geri dönüp burayı daha çok görmek istedim. Her şey o zamana kadar gördüğümden çok farklıydı, ama hiç yabancılık çekmedim. Daha çok burada görebileceğim ve deneyimleyebileceğim yeni şeylerin çok olması beni heyecanlandırmıştı. Sonraki yıl 1 ay sürecek bir Batı Türkiye gezisi planladım, Edirne’den başlayıp, Çanakkale’yi, İzmir’i Fethiye’yi geçip Alanya’ya kadar, her gün farklı bir yerde kaldım. Ulaşım olarak otostop yapmayı seçmiş olmam, gezimi normal, günlük Türk hayatından ilginç hikayelerle doldurmamı sağladı. İyi ve kötü şeyler, söylentiler ve övünçler, üzücü ve mutlu hikayeler dinledim. En önemlisi de, Türk kültürü ve toplumuyla daha da yakınlaştım. Şu anda bile ilgim henüz azalmış değil.
Sonrasında birçok farklı ülkeye seyahat etme fırsatım oldu ve fark ettim ki aceleyle gezmek bana göre değildi. Turistik yerleri ve tarihi mekanları görmek yerel kültürü anlamama pek yardımcı olmuyordu. Yıllar önce Google’ladığım bir fotoğrafın içindeymişim gibi hissediyordum. Peki metroda yanımda duran insanlar nasıllardı? Nereye gidiyorlardı? Ne düşünüyorlardı? Aynı endişelere mi sahiptik? Bu tür soruları sormadan bir kültürü tam olarak tanımamız mümkün mü?
Sonra Türkiye’ye bir kez daha geldim. Bu sefer daha uzun süreliğine. İzmir’de, Pi Gençlik Derneği’nde çalışmaya başlayalı 4 aydan fazla oldu. Yaklaşık 7 yıl önce, ilk kez ziyaret ettiğimden beri merak ettiğim bu şehre taşındım. O zaman geldiğimde vapura binmiştim ama bu vapurun beni şimdi ofisten çıkınca evim dediğim yere götüreceği aklımın ucundan bile geçmemişti. O zamanlar hatıra olsun diye fotoğraflarını çektiğim yerlerden şimdi her hafta hızlıca geçiyorum. Bu sefer daha çok insanları gözlemlemeyi tercih ediyorum. Yerel kültür ve Polonya kültürü arasındaki farkları arıyorum ama pek fazla göremiyorum. Sadece, bazen Polonya’dan arkadaşlarımla konuşurken fark ediyorum ki, evet, bazı şeyler farklı. Günde yüz kere kolonya kullanıyorum. Gelen siparişte ıslak mendil yoksa bundan şikayet ediyorum. Bir eve girerken otomatik olarak ellerimi bile kullanmadan ayakkabılarımı çıkarıyorum. Kahvaltıda çay içiyorum, akşam da Türk kahvesi. Pasaport’taki vapuruma yetişmek için koştururken sokak satıcısından simit alıyorum. Yoğurt ve limon almadan alışverişi bitirmiyorum. Hatta hızlı arabalarla dolu bir caddeden hiç düşünmeden geçiyorum. Burada muhtemelen, Polonya’dayken hiç yapmadığım ama şu an benim için tamamen normal olan çok daha fazla şey anlatabilirim. Bir sokaktan geçerken farklı veya yabancı gibi hissetmiyorum. Rahat hissediyorum. Genelde kulaklığımı takmış Türkçe şarkılar dinliyor oluyorum. Spotify’ın gösterdiğine göre bu yıl en çok dinlediğim sanatçı Sezen Aksu’ymuş. Aslında ben konuşana kadar buradaki kimsenin yabancı olduğumu fark etmediğini sanıyordum, sanırım “tamamen katılma” dedikleri şey bu.
Tatmin oldum mu? Bütün sorularıma yanıt aldım mı? Tabi ki hayır. Kafamda çok daha fazlası var. Ayrıca zaten çevremde olup bitenleri tamamen anlayabileceğimi sanmıyorum. Ancak, şimdi benim de hayatımın bir parçası haline gelmiş olan bu kültürü dinlemeyi, gözlemlemeyi ve deneyimlemeyi deneyebilirim. Bir yerde uzun süre kalmak yalnızca o kültüre daha fazla aşina olmanızı sağlamıyor, aynı zamanda kültürün bir parçası haline gelmenizi sağlıyor. Artık anlatılan renkli doğu hikayelerini dinlediğinizde, Türkiye kafanızda o şekilde canlanmıyor. Tamamen normal bir dünya canlanıyor. Güzel havası, zengin mutfağı, günün her saati hemen köşedeki marketten alabileceğiniz lezzetli sebzeleri, balıkçı dükkanlarından yayılan taze balık kokusu, leziz ekmekleri, yan sokaktan gelen ezan sesi, başka bir sokakta insanları dükkanına davet eden kebapçının sesi, binaların etrafını saran harika çiçekler, her yerde uyuyan veya dolaşan tatlı sokak kedileri, onları sıcak tutmayı ve beslemeyi asla unutmayan insanlar, arkadaşlarıyla oturmuş bir şeyler yiyip içen insanların gülüşmeleriyle dolu yeşillik alanlar… Onlara katılmak, onlarla olmak istiyorsunuz. Tıpkı benim istediğim gibi.
Neden arapça konuştuğumuzu sanıyorlar?