Adaptasyonun ne olduğunu hiçbir zaman tam anlamıyla bilemeyiz. Her seferinde nihayet anahtarı bulduğumuzu düşündüğümüzde, bazen kendi düşünce kalıplarımızı ve alışkanlıklarımızı aşmamızı gerektiren yeni zorluklarla karşı karşıya kalırız. Ama ben zorlukları seviyorum!
İşte bu dönem benim için bunu yansıtıyor, ister Türk yaşamına uyum sağlamak, ister bir grup içinde yaşamak, ister burada profesyonel dünyaya adapte olmak açısından.
Örneğin, görevlerimdeki geçici değişimlerle mümkün olduğunca esnek bir şekilde başa çıkmaya çalışıyorum. Gönüllülerin ve aktivite ile sosyal mentorların faaliyetlerini koordine etmekle atölye çalışmalarını yürütmek arasında mekik dokumak, birçok unsuru yeniden şekillendirmek anlamına geliyor. Enerji, odaklanma, iletişim, düşünme: her şey farklı ve bu, sizi tam bir bukalemun yapmaya yeter, ya da neredeyse yeter. Bunun sayesinde kaçınılmaz olarak hem başkaları hem de kendim hakkında biraz bir şeyler öğreniyorum: Kültür şoku başımızın üzerinde asılı duruyor. Ancak, bununla savaşmak yerine, kollarımı açarak onu karşılamaya çalışıyorum ki, hepimiz bunu kendi yöntemimizle yapmaya çalışıyoruz. Aslında, ileriye doğru ilerlemek için birbirimize güvenirsek, başımıza gelebilecek en iyi şeylerden biri bu; ve küçük grubumuzun bu şekilde birleşmiş olmasına minnettarım. Herkesin oynayacak bir rolü var ve gruba, kalplerimizi ısıtmaya ve devam etmek için ihtiyaç duyduğumuz enerjiyi bulmaya yardımcı olmak için gerekli olanı getiriyor.
Evet, şu anda diğer gönüllülerden daha az atölye çalışması yapıyorum, ancak düzenli olarak Foça Sosyal Merkezi ve Sakin Mekan Agora’da yaptığım çalışmaların yanı sıra geçici olarak gitme fırsatı bulduğum Kız Lisesi ve Bornova Aşık Veysel’deki yeni atölyeler, etkinliklerde yaratıcılığımı geliştirmeme ve İngilizcemi daha da ilerletmeme yardımcı oluyor (Türkçe öğrenmek ise tamamen başka bir konu!).
Aynı zamanda yeni insanlarla tanışmak ve bazı bağlantılar geliştirmek için bir fırsat sunuyor, mümkün olduğunca ekip çalışmasını teşvik etmeme olanak tanıyor. Örneğin, düzenli olarak Lorenzo ile çalışma fırsatım olmasını takdir ediyorum; çocukları rahat hissettirme ve onları en basit şekilde meşgul ederken bir şeyler öğretme konusunda gerçek bir yeteneği var. Ida’ya gelince işleri her zaman doğru yapma konusundaki kararlılığına ve atölyelerin katılımcılar tarafından iyi karşılanmasını sağlamaya olan bağlılığına hayranım. Ve Laura’ya da ayrıca hayranım; ıslak kıyafetlerine ve soğuğa rağmen her zaman yüzünde bir gülümseme taşıyarak atölyeye sıcaklık katmayı başarıyor.
Mentörlerin, katılımcıların yokluğu ya da eksikliğine rağmen, günlük hayatımızın ayrılmaz bir parçası olmasından da aynı şekilde minnettarım; bize güven veriyorlar ve büyük ölçüde destek sağlıyorlar.
Bu ayki diğer etkinliklere gelirsek, Alman ve İtalyan Kültür Geceleri’nden bahsedebilirim. Bu etkinlikler, bazı gönüllülerin kültürlerine eğlenceli bir bakış sunmamızı sağladı. Kültürünüzü tamamen yabancı birine aktarmak kolay bir iş değil, ancak bunu harika bir şekilde başardılar! Bu etkinlikleri en iyi şekilde tanımlayacak kelimeler: Eğlence ve Yemek.
Bir diğer öne çıkan etkinlik ise Türkiye Ulusal Ajansı tarafından düzenlenen Ara Dönem Eğitimi için güneydoğu Türkiye’ye yaptığımız geziydi. Gaziantep’te başka bir organizasyondan gönüllüler tarafından karşılanmak, ardından Şanlıurfa sokaklarında yalnız başına dolaşmak ve son olarak eski Ekim eğitimi grubundan diğer gönüllülerle yeniden bir araya gelmek, son birkaç hafta içinde yaşadığım en unutulmaz deneyimlerden biriydi (İzmir’de tanıdığımız kültürden çok farklı, Türk kültürünün yeni bir yönünü keşfetmekten bahsetmiyorum bile).
Bu yazının başında söylediğim gibi, Türk yaşamı, harika grubumuz, buradaki profesyonel dünya ve tanıştığımız tüm insanlar nedeniyle orada geçirdiğim zamanı en iyi şekilde tanımlayacak kelimeler: minnettarlık ve sevgi. Şimdi birkaç günlük bir Fransa molası zamanı, böylece yeni zorluklara hazır bir şekilde dönebiliriz!