Sabırsızlıkla geçen uzun bir bekleyişin ardından nihayet başardım! Berlin’deki hayatımı geride bırakıp Akdeniz’in kıyısında yer alan İzmir’de tamamen farklı bir hayata başlamak için yola çıktım. Kış yaklaşırken aldığım bu karar, hem heyecan verici hem de oldukça akıllıcaydı.
Yolculuğum, benimle birlikte bu maceraya atılmaya hazır, sıcakkanlı ve misafirperver ev arkadaşlarımla tanıştığımda başladı. İlk günlerde bana çok yardımcı oldular; şehirle ilgili ipuçları paylaşarak yeni ortamıma uyum sağlamamı kolaylaştırdılar.

Ev sahibi kuruluşum olan Pi Gençlik Derneği tarafından da sıcacık bir şekilde karşılandım. Onlar, işe alım ve vize süreçlerim boyunca beni desteklediler. Görevlerimi daha detaylı öğrenmeye başladığımda ise beni nasıl bir deneyimin beklediğini daha iyi anladım.
Ana görevlerimden biri, 8 yaşındaki meraklı çocuklardan 60 yaşındaki hevesli yetişkinlere kadar her yaştan insana İngilizce öğretmekti. Dersleri herkes için eğlenceli hale getirmek bazen zorlayıcı olsa da öğrencilerimin öğrendiklerini ve kendilerini geliştirdiklerini görmek her şeye değdi. İnsanların ders sonrasında bana teşekkür ettiği o anlar, yerel topluma katkıda bulunduğumu hissettirdi ve bu, benim için tarifsiz bir mutluluktu.
Pi Gençlik Derneği ekibine uluslararası misyonlarında, özellikle de Nepal’deki gönüllü projelerinde destek oldum. Onlarla beyin fırtınası yapmak, bilgi paylaşmak veya sadece yanlarında olmak; çabalarımızın hem burada hem de dünya genelinde nasıl bir fark yarattığını görmek inanılmazdı.


Elbette bu iki ay sadece çalışma ve katkı sağlamakla sınırlı değildi. Türkiye’nin farklı bölgelerini de keşfetme şansı buldum. Diyarbakır’da düzenlenen bir seminerde hem yeni insanlarla tanıştım hem de Türkiye’nin çeşitli kültürleri hakkında bilgi edindim. İstanbul’u ise bir hafta sonu boyunca keşfetme fırsatım oldu (gerçi bu koca şehir için bir hafta sonu yetmez). Kadıköy’ün hareketli sokaklarında dolaşmak ve Ayasofya’nın önünde durmak, neden yeni yerler keşfetmeyi bu kadar sevdiğimi bana bir kez daha hatırlattı. Ancak, daha sakin ve samimi bir havası olan İzmir’i İstanbul’a kıyasla çok daha fazla sevdiğimi söylemeliyim.
En unutulmaz deneyimlerimden biri ise İzmir’de deniz ürünlerini ilk kez tatmamdı. Kemeraltı Çarşısı’nda yediğim mükemmel ızgara sardalya ve ahtapot, beni bir anda hem Fransız köklerime hem de okyanus kıyısında doğduğum şehre götürdü. Her şey harikaydı ve İzmir’in zengin mutfak kültürüne harika bir başlangıç yaptığımı hissettim.
İlk iki ayım, anılarla, sürprizlerle ve keşiflerle doluydu. Daha İzmir’e gelmeden önce topluma faydalı bir birey olmayı arzuluyordum ve bu gönüllülük programını seçtiğim için kendimi inanılmaz mutlu hissediyorum. Beklemediğim şekilde öğretmenlik, etkili konuşma gibi becerilerimi keşfetmemi sağladı ve kişisel gelişimime büyük katkı sundu.
Ayrıca, uzun süre Berlin’deki ofis işlerinin monotonluğundan sonra yeniden moralimi ve sağlığımı kazandığımı hissettim. Bu deneyim, yeni kültürlerle etkileşim kurmak, kişisel gelişimi desteklemek ve anlamlı bir katkı sağlamak isteyen herkes için eşsiz bir fırsat. Eğer İzmir’de gönüllülük yapmayı düşünüyorsanız, öğretmeye ve öğrenmeye açık bir şekilde gelin; buradan hayal ettiğinizden çok daha fazlasıyla ayrılacaksınız!
