Hey! Yine ben, PIYA için çalışan Alman gönüllü Mattes. İki ay geçti ve deneyimlerimi yeniden size yansıtma şansım oldu. Bu yazıda sizlere İzmir ve İzmirliler hakkındaki gözlemlerimden bahsetmeye karar verdim. Yazdıklarım hakkında dürüstlük iddiasında değilim ve çok sınırlı bir içgörüye sahip olduğumun farkındayım. Ama bir yabancının ağzından Türkler ile ilgili olarak gördüğü bir şeyi okumanın eğlenceli olabileceğini düşündüm.


Büyürken, büyük bir şehirde yaşadığımı düşündüm. Hamburg 1.8 milyon nüfusa sahip ve Almanya’nın en büyük ikinci şehri. Bu yüzden gönüllü hizmetime başladığımda hazırlıklı olduğuma inandım. Ama korkunç derecede yanıldığım kanıtlandı. Güzel ve sakin Bergedorf semtinde yaşamak, gürültülü, hızlı hareket eden ve bazen bunaltıcı İzmir’in yanında hiçbir şey. Kentsel alanı yaklaşık üç milyonluk bir nüfusa sahip ve bunu hissediyorsun. Üç milyon insan sabah işe gidip akşam dönmek için sokağa çıkınca Karşıyaka’daki çarşı sokağı, hareketli kafalar denizine dönüşüyor. Caddeye bakan her balkonda, umutsuzca dikkatinizi çekmeye çalışan renkli, yanıp sönen bir tabela bulabilirsiniz. Bu bazen yorucu olabiliyor, özellikle de dinlenmek ve mola vermek için sessiz bir yer bulamıyoruz. Parklar, sessizlik arayanlarla dolu ve gerçek doğayı görmek için şehirden çıkmak ise çok zaman alıyor. Ama zamanla alışıyorsun. Ve ilk şoka direnirseniz, kendilerini gösteren tüm güzel şeyleri takdir etmeyi öğreniyorsunuz. Bana gerçekten dokunan ilk şeylerden biri, insanların sizi hayatlarına hangi tutkuyla kabul edecekleri. Maliyetleri ne olursa olsun, ellerinden geldiğince size yardım etmek onlar için çok kıymetli. Başkaları için elinizden gelenin en iyisini yapmak elbette büyük bir mesele. Ev arkadaşım, meslektaşım ve arkadaşım Chris tüm blogunu bu fenomen hakkında yazdı.


Fark ettiğim bir diğer şey ise, yağmur geçirmez giysi diye bir şey yok. Kışın çok yağmur yağdığında insanlar şemsiyelerini çıkarırlar. Şemsiyenizi evde unuttuğunuzda normal kıyafetlerinizle ıslanıyorsunuz. Burada insanların trafikle özel bir ilişkisi var. Herkes pervasız araba sürücülerinden korkar. Ama sonraki saniyede, trafik ışıkları falan yokmuş gibi arabaların yavaşlamasını umarak sokakta yürüyorlar. Ben de bu davranışı benimsemeye başladığımı fark ettim. Tıpkı kolonyayla olan sevgim gibi. O her yerde. Herkesin cebinde var ya da gittiğiniz her yerde sunuluyor ve bu harika. Kolonyayı elime almak için hiçbir fırsatı kaçırmıyorum.


Düzenli olarak iyi yemek tutkusuna kapılırım. Günde en az bir kere şu ya da bu yemeği daha önce deneyip denemediğim soruluyor ve hayır cevabını veriyorum, ama bir gün çok isterim. Pek Türkçe konuştuğumu söyleyemem ama uykumda yapabildiğim birkaç şey var. Bu da tabii ki yemek alma protokolüdür: ” Merhaba… Hoş bulduk… Bir tane… Alabilir miyim lütfen?… Teşekkürler… Sağ ol… Evet, en güzel dürüm… Hesabı alabilirim… Evet teşekkür ederim… Almanya’dan geliyorum… Kolay gelsin… İyi akşamlar. ”

Son olarak sizinle bir hikâye paylaşmak istiyorum. Bende gerçekten iz bırakan bir şey. Marketten dönüyordum ve biraz dinlenmek, biraz kendimle ve düşüncelerimle baş başa kalmak için küçük bir parkta oturdum. O sırada benden çok da büyük olmayan bir adam yanımdan geçiyordu. Bana baktı, elini kalbinin üzerine koydu ve ” Selamünaleyküm ” dedi. ” Barış seninle olsun” Demek istediğini hissettim. Muhtemelen bir daha asla görüşmeyeceğiz ama şu anda bana her şeyin yoluna gireceğini söyleyecek kadar umursadı. Ve bu bana gerçekten dokundu.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.